Hüdaverdi Doğanlı Ziraat Mühendisi ve Yarım Kalmış Hayatlar kitabının yazarı…
1993 yılında Birleşmiş Milletler tarafından ilan edilmiş. Kutlayalım mı, üzerinde düşünelim mı?
Ben bunu Bileşmiş Milletler’den 20 yıl önce düşünmeye başlamıştım. İçtiğimiz su 50 yaşında. Gelin bu 50 yaşın hikâyesini bir çocuktan dinleyelim.
SUYUN BİYOGRAFİSİ
“SU ŞURASINA” GÖNDERDİĞİM YAZI:
SUYUN HİKAYESİ
Burada “gezip tozmadan çalışıp para kazanıyor, inşaatlarda çalışıp sırtında beton taşıyan insanları yakından izleyebiliyordum.” Yani büyüklerimin bütün öğütlerini harfiyen yerine getiriyordum. Hayata dair, iş yaşamına dair, insanlara dair çok şey öğreniyor ve öngörülerde bulunuyordum. Bu öngörülerimin en önemli olanı ve yanılmış olduğum, “şişe suları hakkında” olanıdır.
1973 senesi yazında okul tatil olunca sanayi çay ocağında çalışmaya başlamıştım. Bildiğim sıcak içecekler olan çay, kahve, adaçayı, ıhlamurdan başka tarçın, somata, kakao, oralet, kant, vb. olduğunu da öğrenmiş; sade gazoz, meyveli gazoz, kola, ayran, limonata, meyve suları ve buna bir de şişe suyu eklenmişti. Sıcak soğuk içeceklerin hepsinin kendine göre, tanınıp beğenildiği ve içildiği bir müşteri grubu vardı. Fakat bu en son kervana katılan “şişe suyu”, diğer adıyla “kapalı su” ya da “kapalı” adıyla kendine yer bulmaya çalışan 330 ml depozitolu cam şişe ürünün, tutunarak hayatta kalabilme şansı hiş yoktu bana göre.
En güzel escort kızlar avcılar escort bayan internet sitemizde.
25 kuruşa çayla aynı fiyattan satılan bu ürün, cam şişede satılan bildiğimiz su idi. Tabii çeşme suyundan biraz tat farkı vardı.
Meşrubat dağıtıcıları bu üründen de alıp da satmamız için, çeşitli teşvik ve zorlamalarda bulunuyor, bizim patron da alıyor ve satmamız için bizi zorluyordu:
– Oğlum müşteri kahve isteyince; istemese bile yanında kapalı su götüreceksiniz.
– Tamam abi.
– Su isteyen olursa bardakla çeşmeden su değil, kapalı su vereceksiniz.
– Tamam abi.
– Fakat size içmek yok. 25 kuruş bunun teki. Siz çeşmeden içeceksiniz.
– (…)
– Oğlum garson! Su ver oradan bana.
– Tamam abi buyur. (Götürüp kapalı su koydum, kahveye gelmiş müşterinin masasına.)
– Oğlum bunu götür. Bardakla çeşmeden ver bana!
– (…) (Bu konuşmayı duyan patron, benim sessiz kalışım karşısında devreye girerek müşteriye gürledi.)
– Su budur. Başka su yok. Çeşme suyu dönemi kapandı. Kavak gölgesi mi burası? Ticarethane burası, ticarethane…
– La havle ve la kuvvete… Allah’ın suyunu da parayla içeceğiz artık. Tövbe, tövbe, diyerek su içmeden kal-kıp gitti adamcağız. Ben de aynı görüşteydim; ama söyleyemezdim tabii bunu.
Bu diyaloglar sürekli tekrarlanır hale gelmişti. Müşteriyle her gün boğaz boğaza geliyor ve sevimsiz bir biçimde utanç içine düşüyordum. Patron görmediği zamanlarda, çeşmeden açık su veriyordum müşteriye, onlar da memnun olup parasız su içtikleri için teşekkür ve dua ediyorlardı bana. Tek tük tepki vermeyip kapalı su servisine kabul edenler olduğu gibi, çeşme suyu isteme-yip kapalı su isteyenler de oluyordu ama devede kulak kadar.
Patron ile müşteri arasında kalan bendim. Ben de “Nasıl olsa bu ‘kapalı su’ rüzgârı bir süre sonra geçer.” deyip, patron ile “papaz olmamak” için bir orta yol tutturmuştum.
Bir süre sonra geçer dediğimiz bu “kapalı su” rüzgârı, bir süre sonra geçmediği gibi, yıllar içinde kuvvetlenerek her yeri sardı. 1973 yılının başında Aydın’ın Madran Dağı’ndan çıkan memba suyunu; bir tarafındaki Çine ilçesinin ve diğer tarafındaki Bozdoğan ilçesinin 330 ml depozitolu cam şişelere doldurup satmasıyla başlayan süreç, gelişerek devam etti.
Su tek kullanımlık pet şişelere girip 500 ml, 200 ml, 50 ml, 1,5 litrelik aile boyu, derken 2002 yılında 19 litrelik pet damacana ile evlere girmeye başladı. Artık her evin vazgeçilmezi oldu günümüzde.
1973 yılında doğumuna tanık olduğum ve “Bu ürünün tutunarak hayatta kalabilme şansı hiç yok.” öngörüsünde bulunduğum, hepimizin vazgeçilmezi su hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu bir teknolojik başarı mıdır? İnsanların tat ve beğenisindeki gelişim süreci midir? Refah seviyemizde meydana gelen bir patlama mıdır yoksa temiz su kaynaklarına ulaşamamaktan kaynaklanan bir zorunluluk ve dayatma mıdır?
Bu soruları katılmış olduğum toplantı ve seminerlerde hep sordum. Eğitici olarak katıldığım “yetişkin eğitimlerinde” hep sordum. Yaptığım kamu görevi esnasında, gerek teknik, gerekse idari kurul ve komisyonlarda “sanayi ve su, tarım ve su, kent alt yapısı ve su, madencilik ve su, insan ve su ilişkisinde” hep sudan yana tavır ve duruş sergiledim. Çünkü temiz hava ve temiz su insanın vazgeçilmezidir, yaşam hakkıdır.
Doğduğunda hiç rağbet görmeyen, otuz yıl sonra her evin temel ihtiyacı ve vazgeçilmezi olan “ kapalı su” bir çevre felaketidir. Sanayi tesislerine tedbirsizce alan açmak, maliyetleri düşürmek adına su kaynaklarının kirletilmesi sonucu, insanların damacana suya mahkûm edilmesidir.
Şimdi sıra temiz havadadır. “Kapalı su” ticaretinin kırk elli yıllık başlangıç yolculuğu, “temiz hava” ticaretinde daha kıs süreli olacaktır. On beş yirmi yıl içinde, kişisel tüketim amaçlı küçük tüp ya da aparatlar ile aile tüketimine uygun daha büyük hacimli, “temiz hava tüpleri” alınıp satılır olacaktır. Olayı ticari ve kazanca yönelik düşünenler şimdiden üretim, tedarik ve satış ağlarını oluşturma girişimlerine başlasınlar. Bilinçli tüketiciler de kaybettikleri doğal kaynaklarına yenilerinin eklenmemesi için tedbirler düşünsünler…